Agnostik olmak için gerekli her şey zaten etrafınızda mevcut... Tek yapmanız gereken dikkatli bir şekilde bakmak ! İşte size 30 tane basit öneri. | ||||||||||||||
Çoğu zaten bildiğiniz, hergün karşılaştığınız, dikkatinizi çeken durumlar. Hatta bazılarını o kadar kanıksadık ki artık garip bile gelmiyor!1. Dua etmeyi deneyinAslında bu gayet açık… Diz çöküp, dua etmeye başlayın ve her şeye gücü yetentanrınızdan basit bir şey isteyin. Ülkemizdeki muhafazakar kesime hitap eden bir televizyon dizisinde, fakir ama imanlı bir karakterin banka hesabına tanrı PARA gönderiyordu. Ama siz bu kadar bencil ve yüzsüz olmayın… Mesela sakat doğan çocukların iyileşmesi için dua edin. Bu kadar masumane, bu kadar saf bir başka dileğiniz varsa onu da dileyebilirsiniz. Ne oldu? Sonuç alabildiniz mi? Değil siz, topluca 70 milyon kişi dua etsek, o günahsız çocukların durumunda bir gelişme olur mu? Tabii ki OLMAZ. 2. Dua sonuçlarını istatistikî olarak inceleyinKendi dualarınıza yanıt alamadıysanız, bir de diğer insanların dualarını inceleyin, tabi sonuç değişmeyecektir. İşin aslı, hiçbir duaya tanrı tarafından yanıt verilmemektedir. “Dualarım kabul oldu” yanılgısı, hayal gücüyle alakalı bir durumdur. Peki, bunu nasıl anlıyoruz? Elbette bilimsel yöntemlerle! Geçmişte defalarca yapılan basit bir deneyle bunu anlamamız gayet kolay. Bir grup insan toplanır, bir şeyler için dua ederler, sonuçlar değerlendirilir. Dua etmenin sonuçlara etkisinin SIFIR olduğu görülür. 3. Tarihteki binlerce uyduruk dini düşününTarih bir dinler çöplüğüdür. Eski mısırlıların tanrı olarak gördükleri kralları için yaptıkları Piramitlerin kalıntıları bile görkemlidir. Ancak bugün onların inandıkları şeylerin uydurma olduğunu biliyoruz. Artık piramit inşa etmiyoruz veya krallarımızı mumyalamıyoruz. Şimşekleri ve yıldırımları Zeus’un bize kızdığı için atmadığını biliyoruz… Güneş tutulmasını bir tanrısal mesaj olarak algılamıyoruz, çünkü ne zaman nerede gerçekleşeceğini önceden bilebiliyoruz. Örnekler çoğaltılabilir. Bugün –henüz- terk edilmemiş olan dinlerin de, eski dinlere benzer yönleri vardır. Sayısız çelişki ve uydurma hikaye içermektedir. Üstelik dikkatle incelendiği zaman kendilerinden daha eski olan diğer dinlerin anlatımlarını biraz değiştirerek kullandıkları kolayca görülebilir. Tevrat ve Kuran’ın Sümer’deki kökeniyle ilgili internette pek çok makaleye ulaşabilirisiniz. Tek yapmanız gereken dikkatli bir şekilde bakmak… ▪ Çeşitli dini çelişkiler ▪ Çamurdan yaratılışın sırrı ▪ Sümerlilerde Tufan Tufan'da Türkler 4. Herhangi bir kutsal kitabı okuyunAçıkçası bu madde hakkında burada ne kadar alıntılar yapsak da aynı etkiyi yapamayız. Elinize milyonlarca insanın inandığı, evrendeki en mükemmel varlık (tanrı) tarafından yazıldığı söylenen bir kutsal kitap alıp, rasgele bir sayfa açın. Ve kendi gözleriniz görün… Açtığınız sayfada şunun gibi bir şeye rastlayacaksınız:
Tanrının, peygamberin eşlerini muhatap alması başlı başına gariptir, Peygamberin iki eşinin birbirine arka çıkmasından ne kast edilmiş bilemiyoruz ama eğer yaparlarsa diye tanrı onları tehdit ediyor. Üstelik işe melekler filan da karışıyor. Kitap indirmekle görevli Cebrail gelip bizzat peygamberin ailevi problemlerine el atıyor… Yetmiyor, “yeni bakire eşler veririm haa” diyerek tanrı bu kadınları kıskandırmayı ya da aşağılamayı amaçlıyor! Hadi dünyadaki milyarlarca insana inen bir kutsal kitapta, bu komik ayetin niçin yer aldığını geçelim. Geçmişi ve geleceği, her şeyi bilen tanrı, bu kadınların birbirlerine arka çıkıp çıkmayacaklarını bilmiyor mu? Daha ötesi, haklarında böyle olumsuz vahiyler inen bu kadınları yaratan, onları peygamber eşi yapan, aynı tanrı değil mi? Burada 3-4 tane bunun gibi komik ayeti gösterip tüm kitaba genelleme yapabilirdik. Ama amacımız bu değil. Diyoruz ki, hiçbir yönlendirme olmadan, bizzat kendiniz de rasgele bir sayfa açarak bunun gibi fantastik bir sürü ayet bulabilirsiniz. Tek yapmanız gereken dikkatli bir şekilde bakmak… ▪ 10 ayette Kuran 5. Tanrının planına anlam vermeye çalışınBizim kültürümüzde de bulunan bir başka mantıksızlık da, her işte bir hayır vardır inancıdır. Deprem olsa, sel bassa, en yakın arkadaşımız trafik kazasında ölse, o işte bir hayır vardır… Çünkü bunların hepsi tanrıdan gelmektedir ve tanrının bizim için bir planı vardır. Tamam peki diyelim ki var, o zaman tanrının Hitler ve öldürdüğü milyonlarca insan için de bir planı mı vardı? ▪ Dünya bizim için yaratılmış olmalı ▪ Her işte bir hayır var mıdır? 6. Batıl inançları ve hurafeleri düşününTarihteki uyduruk dinlere 3 numarada değinmiştik. Batıl inançlar ve hurafeler ise henüz tarihe karışmamış olan mevcut dinleri ilgilendiren konulardır. Bilimin gelişmesi ve toplumların bilinçlenmesi ile her geçen yüzyıl dinlerin etki alanları daralmaktadır. Bu daralma dinleri kendi içlerinde de değişmeye zorlamıştır. Ortaçağ Avrupa’sında, din adına yapılan ve yaklaşık 300 yıl süren cadı avcılığı dönemi ve sona erişi dehşet verici bir örnektir. Yüzyıllar boyunca uygulanan, sayısız masumun canını alan bir uygulamalar zinciri, daha sonradan hurafe sayılabilmektedir. Bunun sebebi, belli bir noktadan sonra dini uygulamaların bazılarının çağdışı kalması ve bilimle çelişmeye başlamasıdır. Bunun üzerine din adamları, sanki eskiden aynı saçmalıkları topluma benimsetenler kendi meslektaşları değilmiş gibi, bu uygulamaları hurafe sayıp dini bunlarda “temizlemeye” çalışmışlardır. Dinlerin yüzyıllar içinde geçirdiği bu evrimler, aynı dinde çok sayıda farklı mezheplerin mevcudiyeti aslında dinin kendisinin bir hurafe olduğuna dair göstergelerdir. ▪ Batıl inançların psikolojisi 7. Belirsizlikleri ve açmazları düşününDinlerin bir diğer dayanağı da belirsizliklerdir. Yani diyelim ki riskli bir ameliyata girmeden önce dua ettiniz ve ameliyatınız çok başarılı geçti. Ameliyat dua ettiğiniz için mi başarılı geçti? Etmeseydiniz ölecek miydiniz? Veya işleriniz yolunda gitmiyorsa, sizi etkileyen doğaüstü bir güç mü var acaba? Cinlere ve şeytanlara, büyülere ve beddualara karşı ne gibi önlemler alırsınız? İnsan kendi hayatını doğaüstü bilinmezlere göre şekillendirmeye başladığı zaman bunun nereye varabileceği belli olmaz. Çünkü onun sınırlarını belirleyen de bir başka doğaüstü inançtır... Üfürükçü hocalar vs. hep bu şekilde kafası karışmış insanları sömürmektedir. ▪ Her sarıklıyı hoca sanmak ▪ Edirne'yi ruhlar bastı ▪ Pornocu şeyhi jandarma bastı 8. Din bahanesiyle toplanan paraları düşününHangi din olursa olsun, tepedeki din adamları -Papa veya her kimse- be kardeşim madem bu kadar mütedeyyin adamlarsınız, iki dua patlatın da ibadethaneniz ihya olsun, bizden neden para dileniyorsunuz? ▪ İslami ticaret: Kumar oldu nasip ▪ Deniz Feneri Dolandırıcılığı 9. Dünya üzerinde tanrıya dair hiçbir bilimsel kanıt veya tanrısal kalıntı bulunmadığına dikkat edinDünya üzerinde tanrıya ait bir kalıntı yoktur. Peygamberlerin mucizelerine ait bir kalıntı da yoktur. Tanrıyla konuştuğunu söyleyen sağlıklı bir kişi bulunmamaktadır. Elimizdeki kutsal kitaplar tanrıdan ziyade bir insan eserine benzemektedir. Tanrının istediği iletişim metodu olan dualara hiçbir yanıt gelmediği bilimsel deneylerle sabittir. Bu gerekçeler arttırılabilir. ▪ Algılanamaz boyutların Tanrısı ▪ Boşlukların Tanrısına ibadet 10. Çocuksu sihirleri ve masalsı hikâyeleri düşününAslında sihir kavramı zaten kendi başına mantığa aykırıdır. Ne tesadüf ki, dinlerde sihir ve masal olarak değerlendirilebilecek hikâyelere çok rastlanır. Ölen birinin yeniden doğması, uçan atlar, uçan insanlar, cinler-melekler, mucizeler vs. ▪ Çeşitli dini çelişkiler 11. Kölelik ve cariyelikle ilgili emirleri düşününKölelerin nasıl istismar edileceği detaylarıyla anlatılan Kuran'da, köleliği kaldıran, yasaklayan ve hatta eleştiren hiç bir Ayet yoktur. Ama ne vardır? Cezai bir yaptırım olarak köle azat edilmesi vardır. Suçlu bir köleciye verilmiş cezadır. Hem de ağır bir ceza! 12. Peygamberlerin mucizelerini düşününHastaları iyileştirmek, suyu şaraba çevirmek, denizi ikiye ayırmak... Bunların bir zamanlar gerçekleştiği iddiası inandırıcı değildir, günümüze kalan bir iz veya kanıt da bulunmamaktadır. Bunların kat be kat fazlaları ilgilenenler için kitapçıların bilimkurgu raflarında bulunmaktadır. 13. Zıtlıklar ve çelişkileri düşününTanrının mesaj göndermek için meleklere neden ihtiyacı olsun veya tanrı kaldıramayacağı taşı yaratabilir mi gibi çelişkilerden bahsetmiyoruz… Kurandaki bir ayete göre insan çamurdan, başkasında balçıktan, bir başka ayette kan pıhtısından, bir başkasında su damlasından, bir ayete göre ise topraktan yaratılmıştır. Bu çelişkiler içinde, sizce siz hangisindensiniz? ▪ Çamurdan yaratılışın sırrı ▪ Perde arkasının Tanrısı 14. Tanrının cezalandırmak istediği toplam insan sayısını düşününAslında başlık kendini iyi bir biçimde ifade etmekte. Her 6 kişiden 5'inin Müslüman olmadığı veya her 3 kişiden 2'sinin Hıristiyan olmadığı dünyada zaten kafadan çoğunluk cehenneme gitmek için yaratılmış gibi görünüyor. Dine inandığı halde günahkar olanlar da cabası… 15. Dini nedenlerle yapılan savaşları düşünün“Benim hayali kahramanım (inandığım tanrı), senin hayali kahramanından daha gerçek” şeklinde özetlenebilecek sebepler uğruna ölen insanlar ve yok olan medeniyetler muhtemeleninsanlık tarihindeki en büyük ironidir. ▪ Sahipler ve Tanrılar 16. Evrim teorisi ve DNA'yı öğreninBir grup insan, hem dinlerin hem de evrim ve onu destekleyen bilimsel teorilerin aynı anda gerçek olabileceğine inanadursun, ortada ciddi problemler bulunmaktadır. Tabii ki ilk olarak patlayan balon insanın yaratılışı üzerine mitolojik açıklamalar olmaktadır, zira insan yaratılmamış, zaman içinde evrimleşmiştir. İkincil olarak, ruh kavramıyine aynı sebepten dolayı sıkıntılıdır, çünkü vücudu idare eden ruh değil, beyindir. ▪ Darwin'i doğrulayan on beş kanıt ▪ Evrim: Tanrının koltuğu ▪ Modern Darwinler 17. Kutsal kitaplardaki ilkelliğe ve kullanılan hayal gücünün kıtlığına dikkat edinKutsal kitapların ortak özellikleri, yazıldığı yüzyılların hatalı bilgi ve inançlarıyla örtüşmesidir. Örneğin bugün inanılan dini kitaplara göre, Ay, Güneş, gezegenler ve yıldızlar dünyanın etrafında dönmektedir. Aynı zamanda Dünyanın düz olduğunu iddia eden bu görüşler, Kopernik öncesinin yermerkezci öğretilerini içermektedir. Oysa her şeyi bilen bir tanrı tarafından gönderilen kitapta böyle yanlış bilgilerin bulunması söz konusu bile olamazdı. ▪ Bilim ile dinin çatışma alanı 18. Ölümden sonra yaşamın çelişkilerinin düşününİnsanı ele almadan önce dünyadaki diğer canlıları değerlendirelim. Tek hücreli bir canlının ölümü, hücredeki kimyasal reaksiyonların durmasıdır. Çok hücreli organizmaların ölmesi de, organizmadaki hücrelerin tamamının ölmesidir. Bu gerçekler etrafında bakılınca, bir insanın, bir köpeğin, bir sineğin veya bir bakterinin ölümleri, benzer şekillerde gerçekleşmektedir. Oysa bakteriler, köpekler veya sineklerin ölümden sonra yaşamları olduğuna, onların da cennete veya cehenneme gideceğine inanan fazla kişi yoktur. Ama iş kendi yaşamlarına gelince,insanlara ölümden sonra yaşam pek cazip gelmektedir. Bu aşamada, insan yapımı bir kavram olan ruh devreye girmektedir. Meteorolojik bilgisizlik içinde, çakan şimşekleri ve yıldırımları Zeus’un fırlattığını zanneden ilkel insanlar, aynı şekilde fizyolojik bilgisizlik içinde kendi vücutlarının da bir ruh tarafından idare edildiğini zannetmişlerdir. Genel inanış, ruhun yaşam boyunca vücudun içinde bulunup onu yönettiği, ölünce de vücuttan ayrılıp başka yere gittiği biçimindedir. Bu açıklamalar cahil insanların ve çocukların kolayca anlayabileceği düzeydedir. Ancak günümüzde biliyoruz ki, yıldırımlar ve diğer gökyüzü olayları bilimsel olarak açıklanmıştır. Ruh ve beden kavramı da bilimsel olarak açıklanmıştır. Bilimsel açıdan, ruh yoktur. İnsan vücudu içinde, diğer hayvanlarda olmayan özel bir “ruh” organı olmadığı gibi, insan öldüğü zaman vücuttan ayrılıp başka bir boyuta giden organ da yoktur. İnsan hayatı boyunca yapılan tüm yaşamsal aktiviteler, nefes almaktan başlayıp âşık olmaya kadar, kimyasal ve biyolojik süreçlerle açıklanmıştır. Bu süreçler, ölümsüz bir ruh tarafından değil, beyin tarafından yönetilmektedir. ▪ Türleşme ve insanın dünyadaki yeri 19. Birine inanırken, inanmayıp inkâr ettiğiniz diğer dinlerin toplam sayısını düşününGünümüzde pratik olarak inanılan binlerce din vardır. Geçmiş yüzyıllardaki dinleri de katarsak bu sayı anormal rakamlara ulaşacaktır. Aslında bu, insanların din uydurma potansiyelinin bulunduğunu ve hatta bu konuda gayet başarılı olduklarının göstergesidir. Eğer bir dine inanıyorsanız, binlerce dini reddediyorsunuz. Kaç Hıristiyan Kuran okumuştur veya kaç Müslüman İncil okumuştur? Hiç adını duymadığımız dinler de cabası...
Ayrıca bu kadar çok dinin aynı anda var olması ve aynı anda çok ilgi görmesi, olası bir doğru dinin bulunmadığının işaretidir. Ya da insanlık doğru dini seçemeyecek kadar aptaldır. Her iki durumda da diyebiliriz ki, tanrı insanlığa, mevcut formlarda, sayısız çelişki içeren ve doğrulanamayan bir din göndermez. ▪ Dinlerin Evrimi 20. Adak hayvan kesmenin anlamsızlığını düşününYeni bir araba alındığında kurban kesilir ki kan aksın, araba kaza yapmasın. Bir ev satın alınır, kurban kesilir ki ev bereketli olsun. Tanrıya rüşvet teklif etmek nasıl bir iletişimdir, anlamak zordur… ▪ Bir başkasının acısından haz almak 21. Tanrının yaptığı cinsel ayrımcılığı düşünün
▪ 10 ayette Kuran ▪ Koca tecavüzüne izin 22. Kötü olaylara veya kişilere, tepeden hiçbir müdahale edilmediğine dikkat edinÇok gelişmiş bir istihbarat sistemi kurduğunuzu varsayın. Dünya üzerinde meydana gelen tüm cinayet, hırsızlık, tecavüz, işkence, bombalama ve terör eylemlerinin haberini anında aldığınızı düşünün. Birkaç dakika içinde o kadar çok sayıda istenmedik olaya tanıklık edersiniz ki, daha fazla bunları seyretmek dayanılmaz hale gelir. İşte mevcut durum ve tarih boyunca yaşananlar eşliğinde konuyu ele aldığımızda, dünya üzerinde yaşanmış ve yaşanmakta olan olaylara hiçbir üst müdahale gelmediği aşikârdır. Yapılan onca ibadetin ve edilen duaların sonuç vermediği ortadadır. 23. Bir dinci ile konuşunMantıksızlığa bizzat şahit olun. Verdikleri kaçamak yanıtları gözlemleyin. Sohbetin bir süre sonra “Ama tanrının işine akıl sır ermez…” noktasında takıldığına dikkat edin. Kendi aralarındaki tartışmalarını takip edin. Basit bir detay hakkında bile yüzlerce farklı yorum yapmalarını ibretle izleyin. ▪ Dinsel Çiftdüşün 24. Tanrının neden insani tavır ve davranışlarda bulunduğunu düşününKutsal metinlerde ve hadislerde tanrının bazı hareketleri, şeklen insani hareketlerin benzeri olarak tarif edilmiştir. Peygamberle tokalaşması, tahta oturması gibi tabirler güvenilir dini kaynaklarda yer almıştır. Ancak bunların da ötesinde, sürekli sevilme ve tapılma isteğiyle, önceden belirlenmiş kader kavramıyla birlikte ele alındığında çelişkiler içeren sevap-günah hesabıyla, doyumsuz bir intikam ve cezalandırma hırsı ile hareket etmesi, önyargısız ve tarafsız bakıldığında düşündürücüdür. 25. Hastalandığınızda, dua ederek anında iyileşmeyi deneyinSağlık sigortanız var mı? Ev sigortanız var mı? Arabanızın sigortası var mı? Eğer inançlı bir dindarsanız bunlara hiç gerek yok! Nasıl olsa tanrı sizden yana… Zaten size bir şey olmaz. Eğer olursa da, tanrı öyle istediği için olmuştur, o nedenle tanrıya karşı gelinmez. Hastalanırsanız da iki dua edin geçer. Geçmezse zaten acı çekmeyi hak etmişsinizdir. Hadi geçmiş olsun… 26. Peygamberlerin hayatlarındaki iğrençlikleri düşününŞüphesiz toplu kıyımlar, işkenceler, kölelik ve bugün bize anormal gelen pek çok örnek verilebilir. Ancak çok bilinen ve eleştirilen bir konu da Muhammed ve (sübyancılık) pedofilidir. Yakın arkadaşı olan ilk halife Ebu Bekir’in öz kızı, Ayşe ile 6 yaşında evlendiği ve 9 yaşındayken de gerdeğe girdiği iddia edilen 55 yaşındaki Muhammed’in bu davranışı maalesef sonraki yüzyıllarda kötü örnek oluşturmuştur. 21. yüzyıl Türkiye’sinde hala bir takım “Dini Bilgiler” kitapları içinde pedofilinin alenen teşvik edilmesi, kendisini koruyamayacak yaştaki kız çocuklarının istismarını kolaylaştırmaktadır. Burada anlaşılması gereken nokta şudur ki, günümüzde hem ahlakdışı hem de yasadışı olan sübyancılığın, 7. yüzyıl için sıradan bir olay olması veya olmaması, önemsizdir. Çünkü son kitapla gelen son peygamber olma iddiasındaki kişinin, sıradan bir 7. yüzyıl erkeği zihniyetinde davranması, zaten kendi iddiası ile çelişmektedir. 27. Güçlü olana tapınma psikolojisini düşünün
Tarihteki en ünlü mafya liderlerinden, kendisi de bir güç simgesi olan Al Capone, ironi yüklü bu sözünde aslında bir noktayı güzel ifade etmiştir. Günümüzde toplumun iç dinamikleri ile tanrısal öğreti çocuklara aşılanmakta, beyinleri yıkanmaktadır. Dünyada yaşanan olumsuzluklar için öbür taraftan ya da tanrıdan medet umacak şekilde zihinler uyuşturulmaktadır. Hiçbir tanrısal kalıntı veya kanıtlanabilir olgu olmamasına rağmen (Öneri:9) dinsel davranış motifleri ve toplu ibadetlerin toplumda yinelenerek uygulanması, çocukların konunun özünü idrak etmesini imkânsız hale getirmektedir. Zaten yıkanmış beyinler, yetersiz eğitimle birleşince, ölene kadar süren bir yanılsama başlar. Çocuklukta atılan bu temel üzerine kurulan bina, korkutmaya ve cezalandırmaya dayalı dini adalet sistemidir. Herkesten ve her şeyden daha güçlü bir varlığın, yaşamları boyunca kendilerini izleyeceğine inandırılan insanlar, doğal olarak bu güçten yana taraf olmaya çalışacaktır. Buna doğrultudaki davranışlar da, doğuştan gelen sözde tanrı inancı ile değil, tamamen kendini koruma içgüdüsü ile yapılacaktır. ▪ Dinin sosyolojik gelişimi 28. Tanrıdan sizle konuşmasını isteyinBu isteğiniz tabii ki gerçekleşmeyecektir. Her şeyin üstünde ve her şeyi bilen bir Tanrıyla konuşabilen bir insan olsa zaten kelimenin tam manasıyla ermiş ve her açıdan aşmış bir insan olurdu. Bu iletişimin doğrudan veya dolaylı olması fark etmezdi. Tanrıdan bir şekilde direktif alabilen kişiler şüphesiz ki toplumda öne çıkardı. Mesela ÖSS birincileri imam hatip liselilerden çıkardı veya sayısal lotoyu en çok dua eden tuttururdu. Ancak böyle şeyler gerçekleşmiyor. Günümüzde bu iddiadaki kişilerin varabildikleri tek yer ruh ve sinir hastalıkları klinikleri olmaktadır. 29. Nuh'un gemisini hayal edinKuranda atıfta bulunulan, İncil’de detayları anlatılan Nuh’un gemisi hikâyesini bilmeyen yoktur. Bundan yaklaşık 4 bin sene evvel, dünyayı tamamen sel basar. Nuh inşa ettiği 80 metre uzunluğundaki gemiye, tüm yaşayan canlılardan bir çift alır. Gemi dışında kalan her canlı, yani dünyadaki tüm yaşam bu selde telef olur. Dünyadaki canlı yaşamı, Nuh’un gemisindekilerin türemesiyle tekrar başlar. Bu absürt hikayeyi ciddiye almak ve komik iddiaları bilimsel açıdan değerlendirmek bilime hakaret olur. Bu hikayenin imkansız olduğunu anlamak için ilkokul bitirmiş olmak yeterlidir. Ama buradaki esas acayiplik, tanrının alenen bir haksız katliam yapmasıdır. Yani Nuh’a yamuk yapan kavimi uyarmak yerine, onları öldürmek, belki bir yere kadar anlaşılabilir. Ama dünyadaki canlı yaşamını toptan katletmenin amacı ne olabilir? Nuh’tan 10.000 km uzakta yaşayan alakasız insanlar neden öldürülmüştür? Hayvanlar neden öldürülmüştür? Eğer bu bir ibretlik gösteri ise, zaten herkes öldüğü için, kime ibret olması amaçlanmıştır? 30. Güneşin altı ay boyunca batmadığı kuzey kutbunda oruç tutmayı deneyin (!)Ama isterseniz denemeyin, çünkü yaz dönemine denk gelirse açlıktan ölürsünüz. Kış aylarında ise, isteseniz de tutamazsanız çünkü güneş hiç doğmaz. Kutuplarda oruç tutmak bir paradokstur. Yine bir bilgisizlik ve ilkellik örneğidir. Dünyanın düz olduğuna, güneşin ve diğer gök cisimlerinin dünyanın etrafında döndüğüne inanılan yermerkezci görüşün bir uzantısıdır. 17. yüzyıla kadar ağırlıklı olarak tüm dünyada bu görüşe inanılırdı. Ama bugün biliyoruz ki, dünya tabak gibi düz değil, güneşin hareketi de dünyanın her yerinden aynı şekilde gözlemlenmiyor. Ama bu durum nasıl olmuşsa tanrının gözünden kaçmış ve bazı ibadetleri güneşin hareketlerine göre belirtmekte bir problem görmemiş. Veyahut Kuran, Arap yarımadasının coğrafyasıyla dünyanın geri kalanının aynı olduğunu zanneden, 7. yüzyılın bilgi düzeyindeki biri tarafından yazılmış, insan üretimi bir kitaptır. Sizce? |
18 Şubat 2010 Perşembe
Uyanmak İsteyenlere Öneriler
Diğer Dinlere Karşı Hoşgörü?
Hepimizin bildiği üzre islam dinine mensup din adamları her zaman diğer dinlere karşı saygılı oldukları iddiasındadır.Biz de bunun araştırmasını ve tarihi tahlilini sabah gazetesi yazarı Murat Bardakçı'dan öğreniyoruz.
---------------------------------------------------------------------------------------------------
Şöyle başlıyor Sn. Murat Bardakçı.
İslam’da gerçekten -söylendiği gibi- diğer dinlere hoşgörü var mı ? İşte Kuran’daki surelerle bu soruya cevap aradığımız zaman karşılaşabileceğimiz sonuç. | |
"Biz bir zamanlar hoşgörülü bir toplumduk, diğer dinlerin mensuplarına hiçbir şekilde müdahale etmezdik, herkes inancında hürdü" diye yakınanların şaşırtacak mahiyette tek bir cevap var: Hoşgörü, bizde hiçbir zaman vârolmadı! Vee, yazısına şu şekilde devam ediyor.
ALÂKASIZ KAVRAMLARBenzer hataları, son senelerde çok fazla yapar olduk. "Osmanlı'nın hoşgörülü olduğu, gayrımüslimlerin devletin en yüksek mevkilerine kadar getirildiği" şeklinde sık sık ortaya atılan iddia da, işte bu hataların başında geliyor. Osmanlı Devleti bir imparatorluk idi, Türkiye Cumhuriyeti ise milli bir devlettir. İmparatorluklar ile milli devletler birbirlerinden tamamen farklı sistemlerdir ve imparatorlukların milli devlet kavramlarıyla değerlendirilip yorumlanması büyük hatalara yolaçar. Şimdi, günümüzdeki hoşgörü, mozaik ve diyalog sözlerini bu kural çerçevesinde değerlendirelim: * Bir imparatorluğun temelinde, çokuluslu olması yatar ve bugün din hürriyeti zannedilen serbestlik, imparatorluklarda olağan bir durumdur. Osmanlı İmparatorluğu'nda gayrımüslimlerin devletin yüksek makamlarında görev almaları milli devlet olmamanın ve çokulusluluk kuralının neticesidir, dolayısı ile de hoşgörü ile hiçbir alâkası yoktur. İmparatorluklarda hâkim bir millet hep mevcuttur, Osmanlı Devleti'nde hâkimiyet Türkler'e aittir ama, diğer dinlere ve milletlere mensup olanların yüksek görevlerde bulunmaları da imparatorluğun tabiatı gereğidir. * Dolayısıyla, Osmanlı döneminde gayrımüslimler yahut Araplar gibi Türk olmayan kişilerin yüksek görevlere getirilmeleri normal uygulamalardır. Bu uygulamaların hoşgörü yahut mozaik gibisinden alâkasız kavramlarla değerlendirilmesi, yanlıştır. DİN DEĞİL, PARA!* Osmanlı'da Hristiyanlar'ın ibadetlerinde serbest bırakılıp İslamiyet'e geçmeye zorlanmamalarının sebebi hoşgörü falan değil, sadece paradır! Gayrımüslimlerin ödediği haraç ve cizye adındaki yüksek vergiler hazine için asırlar boyunca önemli bir gelir kaynağı olmuştur, bu vergiler bütün İslam devletlerinde vardır ve hiçbir devlet böylesine büyük bir geliri kaybetmek istememiştir. * Uydurmamıza, kıvırmamıza ve eğip bükmemize gerek yok: Osmanlı döneminde Hristiyanlar için konmuş birçok yasaklar vardır. Meselâ şehirlerde atla gezememiş, yüksek bina yapamamış ve çanlarını kilise duvarının dışından işitilecek şekilde çalamamışlardır. Hattâ, bazı devirlerde sokağa ayaklarına çıngırak takarak çıkmak zorunda bile bırakılmış, belli renklerde elbise giymeleri bile yasaklanmıştır. * Eski asırlarda bu topraklara şimdi Pax Ottomana yani Osmanlı Barışı denen bir sükûn hakimdir ama barışın kaynağı karşılıklı anlayış yahut hoşgörü değil, devletin gücüdür. Devletin kuvvetli olduğu devirlerde ister Müslüman, ister Hristiyan olsun, teb'adan hiç kimsenin din bahanesiyle bile tek söz etmesine izin verilmemiştir. Sözün kısası: Hoşgörü, bu topraklarda hiçbir zaman vârolmamıştır, dolayısıyla şimdi söylediklerimiz sadece kendimizi kandırmaktan ibarettir. KaynakMurat Bardakçı tarafından kaleme alınan yazının orijinali 26 Nisan 2007 tarihinde Sabah gazetesinde yayınlanmıştır. Kurandan alıntılanan ayetler ise sonradan eklenmiştir. |
10 ayette Kuran
Hadislerde Muhammed'in doktorluğu!
Tükürükle Tedavi:
Muhammed'in birçoklarını tükürükle tedavi ettiği anlatılır. Böyle tedavi ettikleri arasında, damadı Ali de bulunmakta:
Muhammed: Ali nerede?
Sahabe: Gözleri ağrıyor.
Muhammed: Bana gelsin!
Bu konuşmadan sonra A li Muhammed'e gelir. Ve Muhammed, Ali'nin gözlerine tükürür; tedavi eder. Hadiste, aynen şu anlamdaki sözler yer alır:
"Peygamber Ali'nin gözlerine tükürdü ve gözler hemen orada iyileşti. Öylesine ki , gözlerde hiç ağrı bulunmamış gibiydi." (Bkz. Buhari, e's -Sahih, kitabu'l-Cihad/102,143)
Üfürükle Tedavi:
Hadislerde pek çok örnek verilir. Ve iki türü vardır: Tükürüksüz üfürük, tükürüklü üfürük.
Tükürüksüz üfürük
Hadislere göre Muhammed, bu yöntemle kırıkları, yaraları, kılıç yaralarını bile tedavi ediyord u. Yani okuyup üfleyerek:
Ekva oğlu Seleme Hayber'de bacağından vurulur. Muhammed'e gelir. Muhammed üç nefes eder, yani okuyup "üç kez üfürür" Selem'nin sorunu, ağrısı, acısı kalmamıştır. ." (Bkz. Buhari, e's -Sahih, kitabu'l- Meğazi/38)
Tükürüklü üfürük
Ali'nin gözlerinin tedavisinde görüldüğü gibi pek çok olayda bu yöntem uygulanırdı. İlkel insanlarda bu tedavi yöntemi çok geçerli ve yaygındır. Prof. Dr. Veyis Örnek şunları yazar:
"Tükürük /ilkellerde) hastalık tedavisinde kullanılır. Tüküren kimsenin mistik ve majik gücünü, karşısındakine geçirdiğine inanılır. Ayrıca nazar inancının yaygın olduğu yerlerde, kötülüğü uzaklaştırıcı pratiklerde kullanılır." (Etnoloji Sözlüğü)
Üfürükle Tedavinin alanına giren hastalıklar:
Yukarıda da belirtildiği gibi hadislerde, bu tedavi yönteminin pek çok olayda kullanıldığı anlatılır.
"Nazar"a ( göz değmesine) karşı üfürük:
Yüzünde sarılık belirtisi görülen kız görür Muhammed. Ve hemen buyurur:
-"Bu kızcağızı okutup üfletin. Çünkü buna göz değmiştir." (Bkz. Buhari, e's -Sahih, kitabu't -Tıbb/35, Tecrid, hadis no:1933)
Muhammed'in karılarından Aişe anlatıyor:
"Peygamber, göz değmesine karşı okuyup üfürmeyi buyurmuştur." (Bkz. Buhari, e's -Sahih, kitabu't -Tıbb/35, Tecrid, hadis no:1932)
Yılan, akrep, böcek sokmalarında üfürük:
Malik Oğlu Enes anlatıyor :
-"Peygamber, böcek, akrep, yılan zehirlenmelerinde ve kulak ağrısında tedavi için okuyup üflemeye izin verdi." ." (Bkz. Buhari, e's -Sahih, kitabu't -Tıbb/26; Teçrid, hadis no:1929)Aynı şeyi Aişe'de anlatıyor.
Üfürükle tedavi ücreti ve Muhammed'in payı:
Hadiste anlatıldığına göre : Ebu Said ve Peygamberin öteki arkadaşlarından bir kalabalık , bir kesim yeri ele geçirmek için yola çıkar. Yolları bir kabileye düşer. Kabile başkanını akrep sokmuştur. "Peygamberin arkadaşları"na başvurulur. Tedavi için bir şey bilen olup olmadığı sorulur. Bu Said Hudri atılıp başkanı tedavi edebileceğini söyler. Ücret pazarlığından sonra tedaviye girişir. Fatiha suresini okuyup üfürür. Başkan kurtulmuştur. Ücret: Bir sürü koyun.Yani akrep zehirini okumayla, üfürükle tedavinin karşılığı. Bu arada, sürünün Ebu Said ve arkadaşları arasında bölüştürülmesi sözkonusu olunca sorun çıkar. Çözüm için "peygamber"e götürülür konu. Olay ve tedavi anlatılır. Alınan ücret de... Bunun üzerine Muhammed'in verdiği karşılık şu olur:
-"Çok iyi etmişsiniz (bu tedavi ve ücret işinde.) Koyunları şimdi paylaştırın ve benim payımı da ayırın..."
(Bkz. Buhari, e 's -Sahih, Kitabu't -Tıbb/39; Tecrid, hadis no:1031; Müslim, e 's- Sahih, Kitabu's-Selam/65-66, hadis no.2201)
Üfürükle tedavide el sürme okşama:
Vücudun ağrıyan, acıyan yerine el sürünerek okunur; üflenir. Muhammed de böyle yapardı hastalarına. Muhammed'in karılarından Aişe anlatıyor: "Hastaya Peygamber şunu diyerek tedavi ederdi:
-"Kimimizin tükürüğüyle yöremizin toprağıdır bu. Efendimizin (Tanrımızın) izniyle hastamız iyileşir bununla." (Bkz. Buhari, e's-Sahih, Kitabu't-Tıbb/38; Tecrid, hadis no:1935; Müslim, e's-Sahih, Kitabu's-Selam/54, haids no:2194; Ebu Davud, Sünen, Kitabu't-Tıbb/19, hadis no:3895 ve öteki hadis kitapları).
Aişe, Muhammed'in başlangıçta "Bismillah (Tanrı adıyla)" dediğini de anlatır aynı hadiste.
Ve bu hadisin açıklaması şöyle yapılır;
"Peygamber, tükürüğünden işaret parmağına bulaştırırı ve bu parmağı toprağa sürerdi. Tkürüklü ve topraklı parmağıyla da hastayı sıvazlar, elini (parmağını) hastanın hastalıklı yerinin üzerinde gezdirirdi.." (Bkz. Kamil Miras, Sahih-i Buhari Muhtasarı Tecrid-i Sarih Trecümesi, 12/92, hadis no: 1935; Müslim, yukarıdaki hadis, 2/1724.)
Yine Aişe anlatıyor:
"Bizden bir insan, hastalığından şikayette bulunduğunda, Peygamber, eliyle hastalıklı yere dokunurdu (elini ağrıyan acıyan yer üzerinde gezdirip okşardı)..." (Bkz. Buhari, e's-Sahih, Kitabu't-Tıbb/38; Müslim, e's-Sahih, Kitabu's-Selam/46, hadis no: 2191, ve ötekiler)
Aişe, Muhammed'in bu sırada hangi "dua"yı okuyup üfürdüğünü de aynı hadiste açıklar.
Yukarıdaki ve daha birçok hadiste anlatıldığına göre, Muhamemd tükürüklü ya da üfürükle tedavi aderken değişik şeyler mırıldanır ve elini hasta üzerinde gezdirirdi. Din etnolojisi alanındaki inceleme ve araştırmalar ortaya koymuştur ki, ilkellerde de bu tedavi yöntemi vardır. Büyüsel etki görülür. O neenle ilkellerde "büyücü" aynı zamanda hastalara bakan bir tür doktordur.
Ebu'l-Âs Oğlu Osman anlatıyor:
Bu Osman'da bir ağrı-acı vardır. Gelip Muhammed'e anlatır. Muhammed de hemen şunu söyler:
-"Elini, vücudunun o ağrıyan yerine koy ve şunları oku..." Üç kez "Bismillah" demesini, yedi kez de başka bir dua okuyup üfürmesini bildirir. (Bkz. Müslim, e's-Sahih, Kitabu's-Selam/67, hadis no: 2202).
Muhammed'in doktorluğu ile ilgili hadisler
4001 - Ebu'd-Derda radiyallahu anh'in anlattigina gore, kendisine bir adam gelerek idrar tutukluguna yakalandigini soyledi. O da adama: "Ben Resulullah aleyhissalatu vesselam'dan soyle soyledigini isittim" dedi: "Sizden kim hastalanirsa su duayi okusun: "Rabbuna'llahu'llezi fi's-semai tekaddese ismuke, emruke fi's-semai ve'l-ardi kema rahmetike fi's-semai fec'al rahmeteke fi'l-ardi. Vegfir lena hubena ve hatayana. Ente Rabbu't-tayyibin. Enzil rahmeten min rahmetike ve sifaen min sifaike ala haza'l vec'i fe yebreu. (Ey huzuru semavati dolduran Rabbim!
Senin ismin mukaddestir. Senin emrin arz ve semadadir, tipki Rahmetin semada oldugu gibi. Arza da rahmetinden gonder ve bizim gunahlarimizi ve hatalarimizi affet. Sen (kotu soz ve fiillerden kacinan) butun iyi kimselerin Rabbisin. Bu agriya, Rahmetinden bir rahmet, sifandan bir sifa indir, iyilessin." (Ebu'd-Derda radiyallahu anh, adama) bu duayi okumasini emretti. O da okudu ve iyilesti." Ebu Davud, Tibb 19, (3892).
4002 - Osman Ibnu Ebi'l-As radiyallahu anh anlatiyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam'a musluman oldugum gunden beri bedenimde cekmekte oldugum bir agrimi soyledim. Bana: "Elini, vucudunda agriyan yerin uzerine koy ve su duayi oku!" buyurdu. Dua su idi: Uc kere: "Bismillah" tan sonra yedi kere, "Euzu bi-izzetillahi ve kudretihi min serri ma ecidu ve uhaziru." "Bedenimde cekmekte oldugum su hastaligin serrinden Allah'in izzet ve kudretine siginiyorum" diyecektim. Bunu bircok kereler yaptim. Allah Teala hazretleri benden hastaligi giderdi. Bunu ehlime ve baskalarina soylemekten hic geri kalmadim." Muslim, Selam 67-(2202); Muvatta, Ayn 9, (2, 942); Ebu Davud, Tibb 19, (389); Tirmizi, Tibb 29, (2081).
4003 - Hz. Ebu Sa'id radiyallahu anh anlatiyor: "Biz, (Resulullah aleyhissalatu vesselam'in cikardigi askeri) bir seferdeydik. Bir yerde konakladik. Yanimiza bir cariye gelip: "Obamizin efendisi Selim'i bir zehirli soktu. Onunla mesgul olacak erkekler de su anda yoklar. sizde rukye yapan biri var mi?" dedi. Bunun uzerine bizden rukye hususunda maharetini bilmedigimiz bir adam kalkip onunla gitti ve adama okuyuverdi. Adam iyilesti. Kendisine otuz koyun verdiler. Bize sutunden icirdi. Ona: "Yahu sen rukye bilir miydin?" dedik. "Hayir, ben sadece Fatiha okuyarak rukye yaptim" dedi. Biz kendisine "Resulullah aleyhissalatu vesselam'a sormadan (bu verdiklerine) dokunma!" dedik. Medine'ye gelince, durumu ona soyledik. Aleyhissalatu vesselam "Fatiha'nin rukye oldugunu (tedavi maksadiyla okunacagini) sana kim soyledi? (verdikleri koyunlari paylasin, bana da bir hisse ayirin!" buyurdular."
Buhari, Tibb 39, 323, Icare 16, Fedailu'l-Kur'an 9; Muslim, selam 66, (2201); Ebu Davud, Tibb 19, (3900); Tirmizi, Tibb 20, (2064, 2065).
4005 - Ibnu Mes'ud radiyallahu anh anlatiyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam'i isittim, diyordu ki: "Rukyelerde, temimelerde (muskalarda), tivelelerde (muhabbet muskasi) bir nevi sirk vardir." Bunu isiten bir kadin atilarak, (Ibnu Mes'ud'a): "Boyle soylemeyin, benim gozum agriyordu. Falan yahudiye gittim geldim. O bana rukye yapti. Agrim kesildi" dedi. Abdullah Ibnu Mes'ud radiyallahu anh tereddut etmeden, "Bu (agri) seytanin isiydi, o eliyle durtuyordu, sana rukye yapilinca vazgecti. Bu durumda sana Resulullah aleyhissalatu vesselam gibi, soyle soylemem kafidir: "Izhebi'l-bas Rabbe'n-nas esfi ente's-Safi, La sifae illa sifauke, sifaen la yugadiru sakamen. "Ey insanlarin Rabbi, aciyi gider, sifa ver, sen Safisin. Senin sifandan baska bir sifa yoktur, hicbir hastaligi terketmeyen bir sifa istiyorum."
Ebu Davud, Tibb 17, (3883).
Muhammed'in yemek yemek için öğütleri
3853 - Hz. Aise radiyallahu anha anlatiyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Eti bicakla kesmeyin. Cunku bu, yabancilarin isidir. Siz dislerinizle kemirerek yiyin. Cunku bu, sihhat ve afiyet icin daha iyidir."
Ebu Davud, Et'ime 21, (3778).
3857 - Ibnu Abbas radiyallahu anhuma anlatiyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Biriniz yemek yeyince, yalamadikca veya yalatmadikca elini (mendile) silmesin."
Buhari, Et'ime 52; Muslim, Esribe 129, (2031); Ebu Davud, Et'ime 52, (3847).
3858 - Hz. Cabir radiyallahu anh anlatiyor: " Resulullah aleyhissalatu vesselam, parmaklarin ve kaplarin yalanmasini emretti ve dedi ki: "Siz, bereketin, yemeginizin hangi (parca)sinda oldugunu bilemezsiniz. Oyleyse birinizin lokmasi dusecek olursa, onu alip, bulasan ezayi temizlesin, sakin seytana terketmesin. Parmaklarini yalamadikca elini mendille de silmesin. Zira o, taaminnizin hangisinde bereket bulundugunu bilemez."
Muslim, Esribe 136, (2034); Tirmizi, Et'ime 11, (1803).
3870 - Yine Ebu Hureyre radiyallahu anh anlatiyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Sizden birinizin (yemek) kabina sinek dusecek olursa, onu iyice batirin. Zira onun bir kanadinda hastalik, digerinde sifa vardir. O, icerisinde hastalik olan kanadiyla korunur."
Ebu Davud, Et'ime 49, (3844); Buhari, Tibb 58, Bed'u'l-Halk 14; Ibnu Mace, Tib 31, (3504, 3505); Nesai, Fera' 11 (7, 178).
Kaynak
Turan Dursun, Din Bu Kitap 1, Sf-134-138, Kaynak Yayınları, Istanbul
Aptal Tasarım.!
Uçamayan kuşların kanadı, balinanın işlevsiz bacağı, erkeklerin memeleri veya insanların kuyrukları. Bunlar akıllı bir tasarımcının işi olamaz!
Hadi 10'dan geriye beraber sayalım!
10. Uçamayan Kuşların Kanatları
Kaç tane uçamayan kuş biliyorsunuz? En azında tavukları, penguenleri, devekuşlarını biliyorsunuzdur... Bunlar dışında daha pek çok kuş var, kanatları olan ama uçamayan...
Tamam devekuşu iri, penguen de yüzüyor, ama zavallı tavuk niye uçamıyor? Takahe, Kiwi, Kakapo gibi bizim zavallı tavuk da yürümek zorunda... Uçurmayacak kanadı veren Allah sizce nasıl bir tasarımcı?
Kaç tane uçamayan kuş biliyorsunuz? En azında tavukları, penguenleri, devekuşlarını biliyorsunuzdur... Bunlar dışında daha pek çok kuş var, kanatları olan ama uçamayan...
Tamam devekuşu iri, penguen de yüzüyor, ama zavallı tavuk niye uçamıyor? Takahe, Kiwi, Kakapo gibi bizim zavallı tavuk da yürümek zorunda... Uçurmayacak kanadı veren Allah sizce nasıl bir tasarımcı?
9. Balinanın bacağı
Balina balık mı? Değil... Memeli...
Ne işi var denizde o zaman?
Yumurtaya can veren Allah bu hayvan ne günah işlemiş de karaları dar etmiş buna?
Bizi cennetten şutladığı gibi balinaları da karadan şutlamış...
Ama nedense balinanın hiçbir işe yaramayan arka bacakları hala duruyor... Neden acaba?
Balina balık mı? Değil... Memeli...
Ne işi var denizde o zaman?
Yumurtaya can veren Allah bu hayvan ne günah işlemiş de karaları dar etmiş buna?
Bizi cennetten şutladığı gibi balinaları da karadan şutlamış...
Ama nedense balinanın hiçbir işe yaramayan arka bacakları hala duruyor... Neden acaba?
8. Tüylerim diken diken oldu?
Kediler korkunca tepe tüyleri ayağa kalkar, biz korkunca.... polisi ararız...
Şaka bir yana hayvanlardaki refleksin aynısı bizde de vardır. Biz de ürpeririz... Kürklü hayvanlar korktuklarında tüylerini geren kaslar sayesinde olduklarından biraz daha iri görünürler. Ayrıca soğukta dikilen tüyleri vücutlarından yayılan sıcak havanın dağılmasını geciktirir ve üşümelerini engeller...
Peki bizdeki dikilen tüyler ne işe yarar? Hiçbir şeye... Allah nasıl bir tasarımcıymış?
Ayrıca vücudumuzun avuç içi, ayak tabanı vs. gibi alanları dışında her yerimiz tüyle kaplıdır. Tüy dağılımızın bir şempanzeden farkı yoktur. Ama tüylerimiz o kadar incelmiştir ki kürk görevi yapamazlar... Kaş, kiprik, saç, koltuk altı ve genital bölgedekiler işe yarar ve bu yüzden korunmuşlardır. Sakal ve bıyık ise insan türünün bir kısmında vardır, bir kısmında yoktur... Peygamberinin sünneti sakal olan bir dinin mensubu olup da sakalsız olarak yaratılan insanlar Allah'ın tasarımı ve peygamberin sünneti hakkında ne düşünürler?
Kediler korkunca tepe tüyleri ayağa kalkar, biz korkunca.... polisi ararız...
Şaka bir yana hayvanlardaki refleksin aynısı bizde de vardır. Biz de ürpeririz... Kürklü hayvanlar korktuklarında tüylerini geren kaslar sayesinde olduklarından biraz daha iri görünürler. Ayrıca soğukta dikilen tüyleri vücutlarından yayılan sıcak havanın dağılmasını geciktirir ve üşümelerini engeller...
Peki bizdeki dikilen tüyler ne işe yarar? Hiçbir şeye... Allah nasıl bir tasarımcıymış?
Ayrıca vücudumuzun avuç içi, ayak tabanı vs. gibi alanları dışında her yerimiz tüyle kaplıdır. Tüy dağılımızın bir şempanzeden farkı yoktur. Ama tüylerimiz o kadar incelmiştir ki kürk görevi yapamazlar... Kaş, kiprik, saç, koltuk altı ve genital bölgedekiler işe yarar ve bu yüzden korunmuşlardır. Sakal ve bıyık ise insan türünün bir kısmında vardır, bir kısmında yoktur... Peygamberinin sünneti sakal olan bir dinin mensubu olup da sakalsız olarak yaratılan insanlar Allah'ın tasarımı ve peygamberin sünneti hakkında ne düşünürler?
7. Kuyruğun nerede?
Koşan bir canlı için kuyruk dengeleyici demektir. Ağaçların üstünde dallarda ise yine denge sağlar ve tutunma için de kullanılabilir.
Peki... Biz de kuyruğun ne işi var? Kuyruğumuz yok demeyin, görünürde yok ama var... Adı da Coccyx...
Bazıları çıkıp, "onun görevi var, ona kaslar tutunuyor, destek görevi var" felan diyebilir... Coccyx'in ameliyatla alındığı insanlar mutlu, mes'ud ve sıhhatli bir şekilde yaşamlarını sürdürüyorlar.
Allah bizi bir su damlasından yaratıp, anne karnında korunaklı bir yerde 3 evrede karanlıktan karanlığa geçirirken arasıra hata yapıp bizi kuyruklu yaratıveriyor efendim... Eskiden bu defolu, kuyruklu şeyleri şeytan ile zina eden anası ile birlikte hallediveriyorlardı. Şimdilerde de halledenler var ama medeni ülkelerde ameliyatla alınıyor. Ailesine bazen hiç birşey söylenmiyor, aile bilse de çocuğa söylenmiyor... Yani... içinizden bazıları kuyruklu doğmuş olabilir. Ameliyat izi var mı diye dönüp bakamazsınız... Kendi kuyruksokumunuzu görmeniz için ayna gerek... Bırakın okumayı... Hemen bir ayna bulun!
Koşan bir canlı için kuyruk dengeleyici demektir. Ağaçların üstünde dallarda ise yine denge sağlar ve tutunma için de kullanılabilir.
Peki... Biz de kuyruğun ne işi var? Kuyruğumuz yok demeyin, görünürde yok ama var... Adı da Coccyx...
Bazıları çıkıp, "onun görevi var, ona kaslar tutunuyor, destek görevi var" felan diyebilir... Coccyx'in ameliyatla alındığı insanlar mutlu, mes'ud ve sıhhatli bir şekilde yaşamlarını sürdürüyorlar.
Allah bizi bir su damlasından yaratıp, anne karnında korunaklı bir yerde 3 evrede karanlıktan karanlığa geçirirken arasıra hata yapıp bizi kuyruklu yaratıveriyor efendim... Eskiden bu defolu, kuyruklu şeyleri şeytan ile zina eden anası ile birlikte hallediveriyorlardı. Şimdilerde de halledenler var ama medeni ülkelerde ameliyatla alınıyor. Ailesine bazen hiç birşey söylenmiyor, aile bilse de çocuğa söylenmiyor... Yani... içinizden bazıları kuyruklu doğmuş olabilir. Ameliyat izi var mı diye dönüp bakamazsınız... Kendi kuyruksokumunuzu görmeniz için ayna gerek... Bırakın okumayı... Hemen bir ayna bulun!
6. Kör balığa göz veren Allah
Astyanax mexicanus derin sulardaki mağaralarda yaşar; gözleri olduğu halde görmez. Embriyolojik süreçte göz önce gelişir, sonra kısmen yıkılır ve kalıntıları deri ile örtülür ve balık yumurtadan öyle çıkar. Zaten göz pek lazım değil bu balığa, karanlıkta yaşar... Derin denizlerin mağaraları demiştim, hatırlarsanız...
Aynı balığın yüzeye yakın yaşayanı da var... Tabi bu arkadaşların gözleri var... Bu gözleri gören balığın gözünden merceği çıkarmışlar, kör olana takmışlar... 8 gün içinde göz gelişmeye başlamış, iki ay için de balık görmeye başlamış...
Yani Allah öyle bir kör balık yaratmış ki, embriyolojik süceçte göz geliştiyor, sonra bu gözü yıkıyor. Ama beyin hala o gözden gelecek sinyallere açık... Sistemler hazır... Ama kör... Var... ama yok.. Allah nasıl bir tasarımcı?
Astyanax mexicanus derin sulardaki mağaralarda yaşar; gözleri olduğu halde görmez. Embriyolojik süreçte göz önce gelişir, sonra kısmen yıkılır ve kalıntıları deri ile örtülür ve balık yumurtadan öyle çıkar. Zaten göz pek lazım değil bu balığa, karanlıkta yaşar... Derin denizlerin mağaraları demiştim, hatırlarsanız...
Aynı balığın yüzeye yakın yaşayanı da var... Tabi bu arkadaşların gözleri var... Bu gözleri gören balığın gözünden merceği çıkarmışlar, kör olana takmışlar... 8 gün içinde göz gelişmeye başlamış, iki ay için de balık görmeye başlamış...
Yani Allah öyle bir kör balık yaratmış ki, embriyolojik süceçte göz geliştiyor, sonra bu gözü yıkıyor. Ama beyin hala o gözden gelecek sinyallere açık... Sistemler hazır... Ama kör... Var... ama yok.. Allah nasıl bir tasarımcı?
5. Burası kalabalık oldu
Çenemiz kocamanken ne güzeldi... Sıra sıra düzgün dişler... Ne zaman ki Allah "getirin şu çamuru, Adem'i yaratıciim" dedi b.ku yedik...
Allah Adem'i koca çeneli hayvanlarla aynı diş düzeninde yarattı ama çenesini küçük yaptı biraz... En arkada, sonradan gelen 4 tane diş var, 20 yaş dişleri... Ağzımızın için diş doluyken bile "geleceğiiiz, biz de çıkacağııız" diye kastırıp ortalığı karıştırılar. Tüm dişleri iterler, düzeni bozarlar, yamuk yumuk çıkarlar, bazen çıkamazlar, çıktıktan sonra hemem çürürler, zira fırça yetişmez bunlara pek, yemek artıkları kalır etraflarında... Bunları çektimek de zordur, taa en dipte ve kocamandırlar... 20 yaş dişinden dolayı sorun yaşamayan yoktur.
Peki biz diş ağrısından kıvranırken tasarımcı Allah ne yapar?
Çenemiz kocamanken ne güzeldi... Sıra sıra düzgün dişler... Ne zaman ki Allah "getirin şu çamuru, Adem'i yaratıciim" dedi b.ku yedik...
Allah Adem'i koca çeneli hayvanlarla aynı diş düzeninde yarattı ama çenesini küçük yaptı biraz... En arkada, sonradan gelen 4 tane diş var, 20 yaş dişleri... Ağzımızın için diş doluyken bile "geleceğiiiz, biz de çıkacağııız" diye kastırıp ortalığı karıştırılar. Tüm dişleri iterler, düzeni bozarlar, yamuk yumuk çıkarlar, bazen çıkamazlar, çıktıktan sonra hemem çürürler, zira fırça yetişmez bunlara pek, yemek artıkları kalır etraflarında... Bunları çektimek de zordur, taa en dipte ve kocamandırlar... 20 yaş dişinden dolayı sorun yaşamayan yoktur.
Peki biz diş ağrısından kıvranırken tasarımcı Allah ne yapar?
4. Karahindiba'nın üreme organları
Tüm çiçekler gibi karahindibalarında üreme organları vardır, ama bunları kullanmazlar... Zira bu çicekler eşeyli olarak üremezler; kendilerini kopyalarlar...
Eee... Allah kendini kopyalacak çiçeğe neden stamen verir, neden pistil verir?
Tüm çiçekler gibi karahindibalarında üreme organları vardır, ama bunları kullanmazlar... Zira bu çicekler eşeyli olarak üremezler; kendilerini kopyalarlar...
Eee... Allah kendini kopyalacak çiçeğe neden stamen verir, neden pistil verir?
3. Lezbiyen aşkın meyveleri
Cnemidophorus cinsi kertenkeleler üremek için erkeğe ihtiyaç duymazlar. Partenogenez ile döllenmeniş yumurtadan kendi kopyalarını çıkartırlar... İşin garip kısmı yumurtalamak için başka bir dişi ile "seks" yaparlar, lezbiyen seksin neticesinde nur topu gibi yavrular doğar...
Allah burada nasıl bir tasarım denemiş? Bu sapık kertenkeleler kendi kendilerine yumurtlasalar olmuyor mu?
Cnemidophorus cinsi kertenkeleler üremek için erkeğe ihtiyaç duymazlar. Partenogenez ile döllenmeniş yumurtadan kendi kopyalarını çıkartırlar... İşin garip kısmı yumurtalamak için başka bir dişi ile "seks" yaparlar, lezbiyen seksin neticesinde nur topu gibi yavrular doğar...
Allah burada nasıl bir tasarım denemiş? Bu sapık kertenkeleler kendi kendilerine yumurtlasalar olmuyor mu?
2. Memeliyiz, gerçekten...
Erkeklerin neden memeleri var diye soruldu bu forumda, gerizekalını biri estetik dedi... Peki estetik için görünen kısmı var ama neden altında göğüs dokusu var? Kadınlardakı kadar büyük değil ama erkeklerde de derinin altında göğüs dokusu var. Ergenlik döneminizi hatırlayın... O dönemde göğüsleriniz hassaslaşmıştı... Zira o doku orada ve hormonlara hala duyarlı... Bazı vücut geliştiricilerde aldıkları hormonlar sonucunda kadın gibi göğüs çıkıyor... Gynecomastia diye aratın, görün... Bir de witch's milk diye aratın... Aratmaya üşenirseniz sabredin, witch's milk yazısı da geliyor.
Erkeklerin göğüsleri olduğu yetmiyormuş gibi bir halta yaramayan şeyler bir de kanser oluyor. 2005 yılında ABD'de 1690 erkeğe göğüs kanseri teşhisi konmuş. Kadınlara göre düşük bir rakam ama erkekerlerin de göğüs kanseri riski var. Muayeneye koşun hemen!
http://www.breastcancer.org/symptoms/male_...CFQdWegod2AyREA
http://www.cancer.org/docroot/CRI/content/...t_cancer_28.asp
Şimdi soruyorum size, Allah ne demeye çalışıyor? Neden biz erkeklerin de göğüsleri var?
Erkeklerin neden memeleri var diye soruldu bu forumda, gerizekalını biri estetik dedi... Peki estetik için görünen kısmı var ama neden altında göğüs dokusu var? Kadınlardakı kadar büyük değil ama erkeklerde de derinin altında göğüs dokusu var. Ergenlik döneminizi hatırlayın... O dönemde göğüsleriniz hassaslaşmıştı... Zira o doku orada ve hormonlara hala duyarlı... Bazı vücut geliştiricilerde aldıkları hormonlar sonucunda kadın gibi göğüs çıkıyor... Gynecomastia diye aratın, görün... Bir de witch's milk diye aratın... Aratmaya üşenirseniz sabredin, witch's milk yazısı da geliyor.
Erkeklerin göğüsleri olduğu yetmiyormuş gibi bir halta yaramayan şeyler bir de kanser oluyor. 2005 yılında ABD'de 1690 erkeğe göğüs kanseri teşhisi konmuş. Kadınlara göre düşük bir rakam ama erkekerlerin de göğüs kanseri riski var. Muayeneye koşun hemen!
http://www.breastcancer.org/symptoms/male_...CFQdWegod2AyREA
http://www.cancer.org/docroot/CRI/content/...t_cancer_28.asp
Şimdi soruyorum size, Allah ne demeye çalışıyor? Neden biz erkeklerin de göğüsleri var?
1. Apandisit
Hemen atlayacak bazıları; "savunma sistemi, sindirim vs." diye. 2000 yılında ABD'de 300.000 kişinin apandisiti alımış. Rutin bir işlem ve kimseyi öldürmüyor. Ancak dert oluyor, patlayıp adamı zehirliyor. Sindirime felan da katkısı yok... Cübbeli Ahmet'in CERN'deki deneye katkısı kadar katkısı var...
Ne işe yarar bu apandisit? Bazıları otçul atalarımızdan kalan miras diyor, Allah ne diyor bu işe?
Hemen atlayacak bazıları; "savunma sistemi, sindirim vs." diye. 2000 yılında ABD'de 300.000 kişinin apandisiti alımış. Rutin bir işlem ve kimseyi öldürmüyor. Ancak dert oluyor, patlayıp adamı zehirliyor. Sindirime felan da katkısı yok... Cübbeli Ahmet'in CERN'deki deneye katkısı kadar katkısı var...
Ne işe yarar bu apandisit? Bazıları otçul atalarımızdan kalan miras diyor, Allah ne diyor bu işe?
Bir başkasının acısından haz almak
Başkasının acısından zevk alan tek canlı her halde insana benzeyen bu canlılar olmalıdır. Kurban kesmek de bu geleneklerden biridir. |
Gelenek ve göreneğini haz/zevk üstüne kurmuş olan bu canlı, insanlaşma yolundan vazgeçmiş ve yaşamını bir başkasının acısı üzerine kurmuştur. Kurban kesme geleneği; düşünemeyenlerin, çıkarcıların, üretemeyenlerin; acıdan haz/zevk alanların eylemidir. Neden acıdan haz/zevk alırlar? Düşünemeyenler acı duyar mı? Bir başkasının acısını kendi acısı olarak görür mü? Düşünemeyenler görmez, duymaz, işitmez ve de asla acı duymazlar. Bir başkasının acısı, düşünemeyenler için bir mutluluk kaynağıdır. Çocukken hatırlıyorum: biri yere düştüğünde herkes gülerdi, ben ise sanki kendim düşmüş gibi acı duyar ve üzülürdüm ve bu olaya gülenleri de bir türlü anlayamazdım. Düşünebilen bir insan başkasının acısını duyar; kendini onun yerine koyar. Oysa düşünemeyenlerin böyle bir yetenekleri olmadığından başkalarının acısını mutlulukla karşılarlar. Çünkü yaşamaları başkalarının acı çekmesine bağlıdır. Bir hayvan, bir insan(!) eliyle neden öldürülür. Kendisini bir hayvanın yerine koyamayan birine insan denebilir mi? İnsan nedir?İnsan düşünebilen, empati kurabilen bir canlıdır. Bu canlı acı duyar ve acıyı yok etmek için çalışır. Oysa düşünemeyenler acıdan haz/zevk alırlar. Acıdan zevk alanlar acıyla yaşamak isterler. Acı şiddete, şiddet teröre dönüşmedikçe düşünemeyenler rahat etmezler.Onun içindir ki kurban kesme geleneğini yaşatırlar. Kurban kesmek, bir hayvanı boğazlamak, bir canlının yaşamına son vermek ve bunlardan haz/zevk almak düşünemeyenlerin temel özelliğidir. Bu kişiler başkasının veya bir canlının yaşamına son vererek mutlu olurlar. Bir canlının acı çekmesi düşünemeyenlerin mutluluğu demektir. Herkesin mutlu olduğu bir ortamda düşünemeyenler yaşayamaz. Zevkin olmadığı ortamlar düşünmeyenler için mutsuzluk ortamlarıdır. Kurban kesme geleneğinin kökeninde düşünemeyenlerin acıdan zevk alması vardır. Düşünmeyenlerin beyni sınırsız gereksinimleri karşılayamayınca zevk veya şiddet duygusuzlukları doruğa çıkar. Sahip olma dürtüsüne yenik düşmemek için şiddete ve hazza yönelmek, düşünemeyenlerin doğal hareketidir. Hazdan (acıdan zevk almak) ve şiddetten soyutlanan kişiler yaşayamaz veya kendi kendine zarar vermeye başlar. Acı, şiddet ve terör toplumun düşmanı olduğu halde düşünemeyenlerin dostudur.Toplumu oluşturan bireyler mutlu olmak için yaşar; oysa topluluğu oluşturan bireyciler başkalarının acı çekmesiyle mutlu olurlar. Kurban keserek de bir hayvanın acısıyla hem mutlu olur hem de hazlarını tatmin ederler. Canlıyı boğazlayanlar kendilerini rahatlamış ve mutlu olmuş hissederler. Kurban kesme geleneğinin dinle olan bağlantısı bu olayın yalnızca bir bahanesi olarak kalmaktadır. İnsan tanımadığı kişiyi veya canlıyı tanımak için her türlü insani yolu dener. Tanımak ve bu yolda emek harcamak insan için bir onurdur. Oysa düşünmeyenler tanımadığını düşman olarak görür. Onu tanımak istemez. Çünkü savaşmak veya yarışmak için bir düşmana gereksinimi vardır. Bu yüzden düşünemeyenler düşmansız yaşayamazlar. Kurban keserken de boğazladığı canlı onun için bir düşmandır. Bu düşmanı öldürerek -yaşamına son vererek- bir yarış kazanmış olur ve bu durumdan zevk alır. Bu zevk, yarışı önde tamamlamış hissi verir. Şizofrenik bir yaklaşımla kendi yarattığı düşmanı yine kendisi öldürür. Bu öldürme, katletme, boğazlama yapılırken hissedilenden çok hissedilmeyenler önemlidir. Bu katliamda insan olma, düşünme, sevme, yaşamı paylaşma, onur, emek gibi kavramlar hissedilmemektedir. Hissetmek/duymak düşünemeyenler için tanımsız kavramlardır. İnsanoğlu duyacak, görecek, sinirsel yapıya henüz evrimsel anlamda iye olamamıştır. Kendini, toplumu, canlıları, doğayı, evreni sevecek bir canlı yüz binlerce yıl sonra evrimleşerek oluşacaktır. İşte o an insanoğlu onuruyla yaşayacaktır. |
Eğer Tanrı yoksa neden iyiyiz?
Gerçekten iyi olmaya çalışmaktaki tek sebebin Tanrı'nın onayını ve ödülü almak ya da kınaması ve cezalandırmasından sakınmak mıdır? | |||||
Bunun ahlaklı olmakla hiçbir ilgisi yoktur, bu yalnızca yağcılık etmektir, dalkavukluktur. Her hareketini hatta derin düşüncelerini gözleyen gökyüzündeki kontrol kamerası ya da kafanın içindeki çelik küçük ileti cihazını gizliden gizliye kollamaktır. Soru bu şekilde yöneltildiğinde elbette alçaltıcı bir izlenim bırakır. Dindar bir insan bu soruyu bana bu şekilde sorduğunda (ki çoğu dindar bunu yapar) hemen şeytana uyar (!) ve şöyle meydan okurum: ‘Gerçekten iyi olmaya çalışmaktaki tek sebebin Tanrı’nın onayını ve ödülü almak ya da kınaması ve cezalandırmasından sakınmak mıdır? Bunun ahlaklı olmakla hiçbir ilgisi yoktur, bu yalnızca yağcılık etmektir, dalkavukluktur. Her hareketini hatta derin düşüncelerini gözleyen gökyüzündeki kontrol kamerası ya da kafanın içindeki çelik küçük ileti cihazını gizliden gizliye kollamaktır.’ Einstein’ın dediği gibi, ‘Eğer insanlar sadece cezalandırılmaktan korktukları ya da ödüllendirileceğini umut ettikleri için iyi kalplilerse, o halde gerçekten çok acınacak haldeyiz.’ Michael Shermer, İyi ve Kötünün Bilimselliği ‘nde (The Science of Good and Evil) bunu “tartışma sonlandırıcısı” olarak isimlendirir. Eğer Tanrının yokluğunda, ‘hırsızlık, tecavüz ve cinayet suçlarını işleyeceğinizi’ onaylıyorsanız, ahlaksız bir insan olduğunuzu ifşa etmiş olursunuz ‘ve sizi gördüğümüzde yönümüzü değiştirmemiz konusunda oldukça tedbirli davranırız.’ Diğer yandan, eğer ilahi gözetim altında değilken dahi iyi bir insan olmayı sürdüreceğinizi söylerseniz, Tanrının varlığının iyi bireyler olmamız için zorunlu olduğu iddianızı kaçınılmazca sarsmış olursunuz. Birçok dindar kişinin dinin kendilerini iyi birer birey olma konusunda motive ettiğini düşündüklerini biliyorum, özellikle de kişisel günahkârlığı sistematik biçimde sömüren inançlardan birinin mensubu iseler. Bana öyle geliyor ki Tanrıya inancımız aniden kayıplara karıştığında, hepimizin duygusuz ve bencil bir hedonist gibi hareket edeceğimizi ve şefkatten uzak, merhametsiz, cimri, iyilik sıfatını hak edecek hiçbir vasıf taşımayan kişilere dönüşeceğimizi düşünmek için oldukça düşük bir özsaygı gerekecektir. Dostoevsky’nin bu görüşte olduğuna geniş ölçüde inanılır. Bunun sebebi herhalde Ivan Karamazov’a laf yapıştırmak için kaleme aldığı şu yorumları olabilir:
Safça denilebilir ancak ben Ivan Karamazov’un insan doğasına bakış açısından daha az alaycı bir bakış açısına yatkınımdır. Bencil ve suça yönelik davranmamızın önünün kesilmesi için gerçekten gerek Tanrı gerekse birbirimiz tarafından kontrol altında tutulmamız gerekli midir? Şahsen bu gibi bir gözetime ihtiyacım olmadığına samimiyetle inanmak isterim ve sevgili okuyucular, siz de böyle düşünmüyor musunuz? Diğer taraftan, özgüvenimizi zayıflatırcasına, Steven Pinker’in The Blank Slate’de (Boş Film Tahtası) tarif ettiği, Montreal’deki güvenlik güçleri grevindeki hayal kırıklığı yaratan deneyimine kulak vermeliyiz:
Belki de, insanların gözetim altında tutulmadıkları ya da Tanrı tarafından yönetilmedikleri zamanda iyi olmayı sürdüreceklerine inanarak Polyannacılık oynuyorumdur. Madalyonun diğer yüzünde, Montreal nüfusunun büyük çoğunluğu muhtemelen Tanrı inancı olan kişilerdi. Yeryüzü üzerindeki kolluk kuvvetleri kısa bir süreliğine sahneden yok olduğunda, Tanrı korkusu bu insanları bu kötülükleri yapmaktan neden alıkoymadı? Montreal grevi Tanrı inancının bizi iyi insanlar yaptığı varsayımını sınamak için oldukça sağlam bir doğal deney değil miydi? Ya da kinik (kötümser) H.L.Mencken keskin bir dille şu görüşünü bildirdiğinde haklı mıydı?: İnsanlar dine ihtiyacımız var dediklerinde asıl imaları kolluk kuvvetlerine ihtiyacımız olduğudur.’ Elbette polis güçleri grevdeyken tüm Montreal kötülük yapma peşinde değildi. Dindarların yağma ve yıkım olaylarına karşı dindar olmayanlara nazaran daha az eğilimli olup olmadığına dair bir istatistiksel sonucun elimizde olmaması üzücü. Bu konu hakkında bilgisiz birisi olarak bir tahmin yaparsam eğer, dindarların yıkıp yağmalamaya daha eğilimli olduklarını söylerim. Sık sık şu iğneleyici yorumu duyarım, ateistler polise karşı direnmekten çekinirlermiş. Kim bilir belki de hapishanelerde çok az sayıda ateist olmasının nedeni budur (ki birkaç küçük kanıt olsaydı, bir sonuç çıkarmak daha basit olurdu elbette.) Ateizmin kesin bir şekilde ahlaklı olmanın seviyesini arttırdığını iddia etmiyorum, ama hümanizm (insancılık) büyük ihtimalle bu noktada başarılıdır (Genelde ateizmin yolunu takip eden ahlaki sistem.) Bir diğer iyi olasılık ateizmin, yüksek eğitim, zekâ ya da özgür düşünce gibi bir üçüncü etmenle bağ kurması ve bunun suç dürtüsünü etkisizleştirebilmesidir. Mevcut bu tür araştırmaya dayalı ispatlar hiç kuşku yok ki dinin ahlakla olumlu yönde bir ilişkisi olduğu ortak görüşünü desteklemeyecektir. Bu gibi bağıntılı kanıtlar asla inandırıcı olamazlar ancak yine de Sam Harris1 tarafından Letter to a Christian Nation’da (Hıristiyan Bir Ulusa Mektup) açığa vurulmuş aşağıdaki şu görüş çarpıcı etkidedir.
Sistematik bir araştırma yukarıdaki bağıntılı veriyi desteklemeye hizmet edebilir. Dan Dennett, Büyüyü Bozmak’ta (Breaking the Spell), yalnızca Harris’in kitabını değil ama benzer araştırmaları alaycı bir tavırla eleştirir:
Mantıklı birçok insan gözetimsiz ahlakın, polis grev yaptığı ya da gözetim kamerası kapatıldığında kayıplara karışan sahte ahlaktan daha doğru olduğunu onaylayacaktır ve ayrıca bu casus kameranın bir polis merkezinde olmasının ya da gökyüzündeki hayali bir kamera olmasının önemi yoktur. Ancak belki de ‘eğer Tanrı yoksa neden iyi olmak için kendimizi kasalım?’ sorusunu alaycı bir tavırla yorumlamak haksızlık olur. Dindar bir düşünür daha içten bir dürüstlükle soruyu yorumlayabilir, ‘Eğer Tanrıya inanmıyorsanız, ortada herhangi kesin ahlaki normlar olduğuna inanmıyorsunuz demektir. Dünyadaki en kusursuz iradeyle iyi bir insan olmaya yönelebilirsiniz ancak neyin iyi neyin kötü olduğuna nasıl karar vereceksiniz? İyi ve kötü normlarınızı size en mükemmel şekilde belirtecek olan sadece dindir. Din olmasa iyi birisi olma yolunda ilerlerken tereddütler yaşar, uyduruk çözümler öne sürerdiniz. Bu u, kural kitabı olmayan bir ahlaktır: Yerli yerine oturmamış bir ahlak. Eğer ahlak sadece bir seçim meselesiyse, Hitler de kendine özgü ırksal ilhamlı normlarına dayanarak ahlaklı olduğunu öne sürebilirdi. Ve ateistlerin hepsi farklı nurlarla (inançlarla) yaşamak adına kişisel seçimlerini bildirip, kolayca işin içinden sıyrılırlardı. Bunun aksine, bir Hıristiyan, bir Yahudi ya da bir Müslüman Hitler’in kesinlikle kötü olduğundan yola çıkarak kötülüğün mutlak bir anlamı olduğunu öne sürebilir ve bu anlam tüm zaman ve mekânlarda geçerlidir. Eğer ahlaklı olmak için Tanrıya gereksinim duyduğumuz doğru olsaydı bile, bu elbette Tanrı’nın varlığını daha olası ya da daha çekici kılmazdı (birçok insan aradaki farkı söyleyemez.) Ancak konumuz bu değil. Kafamda canlandırdığım din savunucusu, Tanrıya yağcılık etmenin iyi yönde olmak için bir dinsel dürtü olduğunu hesaba katmaya gerek duymazdı. Bunun yerine şöyle bir öneride bulunurdu, iyi yönde olma dürtüsü her nereden kaynaklanırsa kaynaklansın, “Tanrı olmadan neyin iyi olduğunun belirlenmesinde bir standart bulunamaz.” Her birimiz doğrunun tanımını kendimizce yapıp, bu tanımlar ışığında hareket edebilirdik. Yalnızca dine dayalı ahlaki ilkeler saltçılık olarak tanımlanabilir (Mesela ‘altın kuralın’ aksine, ki genelde dinlerle birleşir fakat herhangi bir yerden kaynaklanabilir.) İyi iyidir, kötü de kötü ve örneğin, birisinin acı çekip çekmediği gibi özel durumlar hakkında karar vermekle uğraşmayız. Hayali din savunucum sadece dinin neyin iyi olduğunun belirlenmesinde bir temel sunacağını öne sürerdi. Bazı filozoflar, mesela Kant, dinsel olmayan kaynaklardan salt ahlak değerleri türetmeye çalışmışlardır. Kant, bizzat dindar birisi olarak ki bu o zamanda neredeyse kaçınılmaz bir olguydu1, Tanrıya karşı hizmetten ziyade, hizmete karşı hizmet temelli bir ahlaki sistem yaratmayı denemiştir. Bildik açık buyruğu ‘evrensel bir kanuna dönüşmesini istemeyeceğin kanunları uygulamamızı’ bildirir. Bu yalan söyleme meselesiyle birebir örtüşüyor. İnsanların ilke gereği yalan söylediği bir dünyayı hayal edin ve burada yalan söylemek iyi ve ahlaklı bir davranış olarak değerlendirilsin. Böyle bir dünyada yalan söylemek bir süre sonra bir anlam taşımaz hale gelir. Yalan söylemek gerçekleri zan altına almayı gerektirecektir. Eğer bir ahlak ilkesi herkesin benimsemesini istediğimiz bir kavramsa, yalan söylemek ahlaki bir ilke olamaz çünkü bu ilke anlamsızlığıyla kendi kendine yıkılır. Yalan söylemek, bir yaşam kuralı olmakta doğası gereği güvenilmezdir. Konuyu genelleştirdiğimizde, bencillik ya da diğerlerinin güzel amaçlarına yönelik asalaklık beni etkileyebilir ve bana kişisel tatmin sunabilir. Ancak tüm toplumun bencil asalakçılığı bir ahlaki ilke olarak benimsemesini arzulamam, çünkü böyle bir şey olursa asalaklık edebileceğim kimse kalmaz. Kantçı buyruk, doğruculuk ve diğer bazı konularda işe yarar görünüyor. Bunu ahlakın geneline yaymanın nasıl başarılacağını anlamak pek de kolay değildir. Kant’a rağmen, salt ahlaki değerlerin genelde din tarafından güdüldüğü konusunda hayali din savunucumla hemfikir olmak çekicidir. Ölümcül derecede hasta birisinin ızdırabına kendi isteği olmadan son vermek ilelebet yanlış mıdır? Kendi cinsiyetinizden birisiyle sevişmek her zaman yanlış mıdır? Bir embriyoyu öldürmek her zaman yanlış mıdır? Bunların yanlış olduğuna inanan birçok kişi vardır ve dayanakları kesindir. Kanıtlamaya ya da tartışmaya hiç gelmezler. Onlarla aynı fikirde olmadığınızda her kim olursanız olun vurulmanız gerekir: şaka yapıyorum; elbette Amerikan kürtaj kliniklerinde silahlı saldırıya uğrayan birkaç doktoru bunun dışında tutuyorum (bir sonraki bölüme bakın). Gelgelelim, ne mutlu ki ahlak değerlerinin salt olmaları zorunlu değildir. Doğru ve yanlışı belirlemek ahlak felsefecilerinin mesleki görevidir. Robert Hinde’nin az ve öz tanımıyla, ahlak felsefecileri ‘ahlaki kuralların, mantıkla oluşturulmalarının zorunlu olmamakla birlikte, mantığa dayalı savunmalarının yapılabilmesinde hemfikirdirler. Bu bilimciler kendilerini birçok farklı üslupla sınıflandırırlar ancak çağdaş terminoloji ışığında en büyük ayrım (Kant gibi) ‘deontologlar’ ve ‘neticeciler’ arasındadır (buna ‘utilitarian’ [faydacı] Jeremy Bentham da dahildir 1748-1832.) Deontoloji, ahlakın kurallara itaat etmekten ibaret olduğu inancı için kullanılan süslü bir isimdir. Gerçekteyse yükümlülük, görev bilimidir, Yunanca ‘bağlayıcı neden’ den gelir. Deontoloji salt ahlakçılıkla birebir aynı değildir ancak dinle ilgili bir kitaptaki çoğu amaç için bu fark üzerinde durmaya gerek yoktur. Saltçılar salt doğru ve salt yanlışlar olduğuna inanırlar, doğruluğu ispatlanmış buyruklar (yükümlülük, zorunluluklar) bu doğru ve yanlışların sonuçlarını etkilemez. Neticeciler daha bilgiç bir edayla bir eylemin ahlakının bu eylemin sonuçlarıyla değerlendirilmesini geçerli sayarlar. Neticeciliğin bir diğer uyarlaması faydacılıktır, yani Bentham ve arkadaşı James Mili (1773-1836) ve Mill’in oğlu John Stuart Mili (1806-73) özdeşleşmiş olan felsefe. Faydacılık maalesef sıklıkla Bentham’ın şu belirsiz sloganıyla özetlenir: ‘En kalabalık nüfusun en büyük mutluluğu ahlak ve yasamanın kurulmasıdır.’ Her saltçı görüş dinden türememiştir. Bununla birlikte, saltçı ahlakı dinin dışındaki zeminlerle müdafaa etmek epey güçtür. Aklıma gelen tek unsur vatanseverliktir, özellikle de savaş zamanlarında. Tanınmış İspanyol film yönetmeni Luis BunuePin de dediği gibi, Tanrı ve Vatan yenilmesi mümkün olmayan bir ekiptir; tüm zulüm ve katliam rekorlarını ellerinde tutarlar.’ İnsanları silah altına almak önemli ölçüde sevdiklerinin vatani görev duygusuna bağlıdır. Birinci Dünya Savaşı’nda genç erkeklere cesaret verenler askeri üniforma giymeyen kadınlardı.
İnsanlar hem kendi ülkelerindeki hem de düşman ülkelerdeki vicdanlı muhalifleri küçümsediler çünkü vatanseverliğin daima salt erdem olduğuna inanılır. Profesyonel askerin ‘İster haklı ister haksız, benim ülkem’ görüşünden çok çok daha salt bir görüş bulmak zordur, çünkü bu slogan gelecekte bir günün politikacılarının düşman belleyeceği herkesi öldürmenin sözünü vermektir. Neticeci usavarım siyasi kararları savaşa girme yönünde etkileyebilir ancak bir kez savaş ilanı yapıldığında, saltçı vatanseverlik dinin dışında asla görülmemiş bir güç ve etkiyle yeniden bayrağı devralır. Acımasız olmamaya öznel, neticeci ahlaki görüşleriyle ikna olmuş bir asker büyük olasılıkla kendisini askeri mahkemede bulacak ve belki de idam edilecektir. Bu ahlak felsefesi tartışmasının sıçrama tahtası şu kuramsal dinsel iddiaydı ki buna göre bir Tanrı olmadan, ahlak göreceli ve isteğe bağlıdır. Kant ve diğer bilge ahlak felsefecilerinin görüşleri ve vatansever coşkunluğa doğuştan verilen onay hiçbir zaman salt ahlakın kaynakları olamamıştır. Bunun yerine kutsal kitaplar tercih edilmiş ve bu kitapların kayıtlara bakarak doğrulaması mümkün olmayan yorumlarından türetilen ahlaki kurallar daima muazzam bir güce sahip olmuştur. Doğrusu, kutsal kitap otoritesinin yandaşları kutsal kitaplarının tarihsel kaynakları konusunda üzücü seviyede az merak sergilerler (ki bu kaynaklar son derece temelsiz ve belirsizdir.) Bir sonraki bölüm ahlaklarını bu kutsal kitaplardan edindiklerini iddia eden insanların bunları aslında pratiğe hiçbir zaman dökmediklerini gösterecektir. Ve ayrıca bu insanların bile kalplerinin derinliklerinde kabul edecekleri sağlam bir fikir sunacağım. Richard Dawkins / Tanrı Yanılgısı (Sayfa, 198–219) |
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)