2 Şubat 2010 Salı

Dinin geleceği

Dinin geleceği ne olacak? Bu konuda, elbette Marksistler ile Hıristiyanlar ve diğer dinlere mensup kişiler arasında derin bir fikir ayrılığı olacaktır. Doğal olarak, kristal bir küreyle geleceği görmek imkânsızdır, fakat şunlar söylenebilir. Felsefi bakış açısından Marksizm dinle bağdaşmaz olsa da, söylemeye gerek yok ki, bizler dini bastıran veya yasaklayan her düşünceye karşı çıkarız. Bireyin herhangi bir dinsel inanca sahip olma ya da inanmama özgürlüğünü savunuruz.

Bizim söylediğimiz, kilise ile devlet arasında köklü bir ayrılık olması gerektiğidir. Kiliseler doğrudan veya dolaylı vergilerle desteklenmemeli, din devlet okullarında öğretilmemelidir. İnsanlar eğer dini istiyorlarsa, kiliselerini yalnızca cemaatin katkılarıyla desteklemeli ve kendi öğretilerini kendilerine ayırdıkları vakitlerde vaaz etmelidirler. Aynı temel düşünceler İslam ve diğer dinler için de geçerlidir.

Bize göre, din üzerine konuşmalar ve tartışmalar devam edecektir, ama bunun çağımızın temel sorununu gizlemesine izin verilmemelidir. Bizim ilk ve en önemli görevimiz, insanı köle haline getiren sermaye diktatörlüğüne bir son vermek isteyen herkesi mücadele içinde birleştirmektir. Sosyalizm, maddi gereksinimlerin kısıtlaması olmaksızın insanın özgür gelişimine izin verecektir.

Örgütlü din yüzyıllardır sömürücüler tarafından kitleleri aldatmak ve köleleştirmek için kullanıldı. Çeşitli dönemlerde bu duruma karşı başkaldırılar yaşandı. Ortaçağdan günümüze, Kilisenin zenginliğe ve güce itaat etmesine karşı protesto sesleri yükseltildi. Bunu günümüzde de görmekteyiz. İşçilerin ve köylülerin acı çekmesi, sermayenin utanç verici despotluğu altında insanlığın şehit düşmesi, çoğu Marksizmin felsefesiyle tanışık olmayan, ama adaletsizliğe ve sömürüye karşı savaşmaya istekli olan geniş halk katmanlarının öfkesini arttırıyor. Bunlar arasında, kitlelerin çektiği acıya her gün şahit olan ruhban kesimin alt katmaları da dahil pek çok dürüst Hıristiyan var.

Kurtuluş Teolojisi, Orta ve Latin Amerika’daki devrimci mayalanmanın bir ifadesidir. Alt kademe rahipler, ezilen yığınların ıstırapları karşısında dehşete düştüler ve daha iyi bir hayat uğruna mücadelede yerlerini aldılar. Yüzyıllardır zengin toprak sahipleriyle, bankacılarla ve kapitalistlerle kendi rahatına dönük bir ilişki geliştiren Kilise hiyerarşisi, yeni eğilimle savaşmakta ya da istemeye istemeye buna tahammül etmektedir. Bu yüzden sınıf mücadelesi Roma Katolik Kilisesinin saflarına da girmiştir.

Benzer şekilde, Orta Doğu’nun, İran’ın, Endonezya’nın ezilen yığınları hayatlarını iyileştirmek için harekete geçtikçe ve kendilerini ezenlerini devirmek için bir mücadele programı arayışına girdikçe, Müslümanlar arasında da Marksist fikirler ses getirmeye başlamıştır.

Asıl gereken, kapitalizmi, toprakbeyliğini ve emperyalizmi alaşağı etmektir. Bu olmadan bir yere varmak mümkün değildir. Bu mücadelenin zaferini garantileyen tek program devrimci Marksizmin programıdır. Toplumu dönüştürme mücadelesinde Marksistlerin ve Hıristiyanların (ve Müslümanların, Hinduların, Budistlerin, Yahudilerin ve diğer dinlere inananların) verimli işbirliği, bizi ayıran felsefi farklılıklara rağmen kesinlikle mümkün ve gereklidir. Dürüst Hıristiyanlar insanlığın çoğunluğunun uğradığı korkunç baskıdan derinden rahatsızlar. Kolombiyalı eski rahip Camillo Torres bir keresinde şöyle demişti: “Gerçek bir rahip olmak için rahiplerin giysilerini reddettim. Her Katoliğin görevi devrimci olmaktır; her devrimcinin göreviyse devrimi gerçekleştirmektir. Devrimci olmayan bir Katolik, ölümcül bir günah içinde yaşıyordur.”

Bunlar yeryüzündeki yoksulların, günahkârlar ve ezilenlerin davasını savunan ve baskılar karşısında mücadele ederken hayatlarını vermekten korkmayan ilk Hıristiyan devrimcilerinin değerli halefleridir. Adalet ve özgürlük davasını gönülden savunan herkesin saygıyla anması gereken modern şehitlerdir. 1968 ve 1978 arasında, Latin Amerika’da 850’den fazla rahip, rahibe ve piskopos tutuklandı, işkenceden geçirildi, cinayete kurban gitti ve öldürüldü. Salvadorlu Cizvit Rutilio Grande, öldürülmeden önce şunları söylemişti: “Günümüzde Latin Amerika’da hakiki bir Hıristiyan olmak tehlikeli […] ve fiilen yasadışı.” Vurgu “hakiki” sözcüğü üzerindedir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder