2 Şubat 2010 Salı

İngiliz ve Fransız Devrimleri



17. yüzyılda İngiliz Devriminde toplumun alt kesimlerinin, zanaatkârların, emekçilerin, yani yeni gelişen proletaryanın özlemlerini yansıtan en devrimci kanat, dinsel biçimde ifadesini buldu. Hareketin sol kanadı; Beşinci Monarşi yanlıları, Ranterlar ve Anabaptistler gibi bir dizi radikal ve demokratik Protestan mezhebinde örgütlendi.

Tarihsel bağlamı içinde bu hareketler ilerici ve devrimci bir karaktere sahiptiler. Henüz tam olarak şekillenmemiş bir sınıfın bilincindeki ilk bulanık kıpırdanışları yansıtıyorlardı. Restorasyondan [1660’ta monarşinin yeniden kurulması] sonra bu radikal plebyen eğilimler, dinsel muhalifler olarak sessiz bir biçimde tekrar ortaya çıktı. Resmi (Anglikan) Kilisenin coşkulu desteğini alan Monarşinin zulmü nedeniyle pek çok insan, devrimci enerjilerini yeni bir kıtanın açılması görevine kanalize ettikleri Amerika’ya göçtüler. Geçen yıllarla birlikte devrimci ve radikal kökenleri tümüyle kayboldu. Bunların bazıları, örneğin Quakerlar, son derece sulandırılmış bir şekilde de olsa, ticari çıkarlarıyla çatışmayan eski fikirlerin bazı solmuş unsurlarını hâlâ muhafaza ediyorlar. Fakat bunlar çoğunlukla gericiliğin siperine ve sağ fikirlerin ateşli bir savunusuna dönüşmüşlerdir. Roma Katolik Kilisesi Latin Amerika’da bir ölçüde, en azından tabanı itibariyle yoksul ve ezilenlerin davasına eğilim gösterirken, kaderin ilginç bir cilvesi olarak, evangelist mezhepler gericiliğin vurucu timleri ve askeri diktatörlüğün savunucuları haline gelmiştir.

Yüz yıl sonra, Fransız Devrimi döneminde kitlelerin bilinci öyle bir noktaya gelmişti ki, din onların düşüncelerinde kesinlikle hiçbir rol oynamıyordu. Kilise ile mutlakıyetçi devletin yakın ilişkisi herkes için aşikârdı. Bastille’in zapt edilmesine giden dönemde, Diderot ve Holbach gibi materyalist filozoflar dinin ruhani Bastille’ini yok etme işini yaptılar. Fransız Devrimi Kilisenin kökünü ve dallarını söktü attı. Jakoben devlet resmi olarak ateistti, her ne kadar Robespierre bu gerçeği “Yüce Varlık”ın incir yaprağıyla örtmeye çalıştıysa da, muhtemelen Robespierre dışında kimse buna inanmadı. Fakat Fransız halkı ateşli Katolik sanılmasına rağmen, Devrimin ardından Fransa’da din fiilen yok oldu (Vendée gibi en geri ve gerici bölgeler hariç). Aslında halkın çoğu papazlardan nefret ediyor ve onları doğru bir şekilde egemen sınıfın ajanı olarak görüyordu. Ancak Fransız burjuvazisinin şiddetli bir sarsıntı geçirdiği 19. yüzyılın sonlarına doğru, özellikle Paris Komününden sonra, burjuvazi, Lourdes’deki düzmece “mucizeler” gibi numaralara kasıtlı biçimde başvurarak, gerici bir dinsel canlanmayı teşvik etme yönünde adımlar attı.

Rus devriminde işler daha netti. Rus işçi sınıfı, ilkin 1905 Ocağında tarih sahnesine bir papaz önderliğinde dinsel ikonalar taşıyarak çıksa da, tüm bunlar 9 Ocak katliamının ardından hızla bir kenara atıldı. Pek Hıristiyan olan çar, Kazaklarına, kendisine dilekçe vermeye gelen silahsız halkın üzerine ateş açmalarını emretmişti. Bundan sonra, Marksistler tarafından örgütlenen ve önderlik edilen harekette din rol oynamadı. Ekim Devriminin zaferinin ardından Kilisenin etkisinin çökmesi Fransa’dakinden daha hızlı ve tam oldu.

“Ortodoks Kilisesi” diyor Troçki, “ilkel köylü mitolojisinin üstesinden gelemeyip, zamanla Çarlığın aygıtı haline geldi. Rahipler polisle el ele yürüdü ve gelişen her mezhepsel muhalefet baskıyla karşılaştı. İşte bu nedenle Ortodoks Kilisesinin köklerinin halkın bilincinde ve özellikle sanayi merkezlerinde çok zayıf olduğu ortaya çıktı. Rus işçisinin ezici çoğunluğu bürokratik ruhani aygıttan kurtulurken, onunla birlikte köylü sütçü kız da dinsel düşünceden kurtuldu.” (age, s.166)

SSCB’nin çöküşünün hemen ardından tüm eski pisliğin (milliyetçilik, Yahudi düşmanlığı, faşizm, monarşizm, ve Çarlığın tüm bu harikalarına eşlik eden din ve batıl itikatların) yeniden canlanmış olması, Stalinizmin toplumun bilincini ne kadar gerilettiğine dair tahripkâr bir eleştiridir. Ortaçağ barbarlığının bu kalıntıları, tüm dünyaya “piyasa”nın gerçek doğasını ve burjuvazinin ekonomik, sosyal ve kültürel çöküşten başka hiçbir şey sunmadığını göstererek, bir veba gibi Rusya’nın hasta ve parçalanmış bedenine yayıldı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder