2 Şubat 2010 Salı

Hıristiyanlığın kökenleri




Dinin toplumdaki rolü, yüzyıllar ve binyıllar boyunca pek çok kez değişikliğe uğramıştır. Büyük dinlerin kökenini ve tarihi evrimini anlamamız önemlidir. Aslında hem Hıristiyanlık hem de İslam, ezilenlerin ve yoksulların devrimci hareketleriydi. Hıristiyanlığı ele alalım. Yaklaşık 2000 yıl önce, ilk Hıristiyanlar, toplumun en yoksul ve en ezilmiş kesimlerinin dahil olduğu bir kitle hareketi örgütlediler. Romalıların, Hıristiyanlığı “kölelerin ve kadınların hareketi” olarak suçlamaları rastlantı değildir. Engels bu konuda şöyle yazmıştır: “İlk Hıristiyanlık tarihinin modern işçi sınıfı hareketiyle dikkate değer benzerlik noktaları vardır. Her ikisine de baskı uygulanmış ve zulmedilmiş, taraftarları hor görülmüş ve birinciler insanlık düşmanı olarak, sonuncular ise devlet düşmanı, dinin, ailenin, toplumsal düzenin düşmanı olarak özel yasalara tâbi tutulmuştur. Ve tüm bu baskılara karşın, hatta bunların teşvik etmesiyle, onlar muzaffer bir şekilde ağır ağır ilerlerler.” (Marx ve Engels, Din Üzerine, “İlkel Hıristiyanlığın Tarihine Katkı”.)

İlk Hıristiyanların aynı zamanda komünist oldukları, Resullerin İşleri okunduğunda derhal anlaşılır. İsa’nın kendisi yoksulların ve mülksüzleştirilenlerin arasında hareket etti ve sık sık zenginlere saldırdı. Kudüs’e girdiğinde ilk işinin tefecileri tapınaktan atması bir tesadüf değildir. Ayrıca, bir devenin iğne deliğinden geçmesinin zengin birinin Tanrı Alemine girmesinden daha kolay olduğunu söylemiştir (Luka, 18:24). İlk Hıristiyanlar yoksulların yanındaydılar ve zenginlere ve iktidardakilere karşıydılar.

Yakub’un mektubunda şunları okuruz: “Gelin şimdi, ey zenginler, gelecek olan sefaletlerinize feryat ederek ağlayın. Mallarınız çürümüş ve esvabınızı güveler yemiştir. Altınınız ve gümüşünüz pas tutmuştur; ve onların pası aleyhinize şahitlik edecek ve etinizi ateş gibi yiyecektir. Son günlerde servet edindiniz. Tarlalarınızı biçen işçilerin hileyle alıkoyduğunuz ücretleri, işte bağırıyor ve orakçıların feryadı ordular Rabbinin kulaklarına ermiştir. Dünyada zevkle yaşadınız ve eğlendiniz; kıtal gününde yüreklerinizi beslediniz. Din buyruklarına uyanı mahkûm ettiniz, öldürdünüz; o size karşı koymaz. O yüzden, ey kardeşler, Rabbin gelişine kadar sabredin.” (Yakub’un Mektubu, 5:1) Bu sınıf mücadelesinin ikircimsiz sesidir. İncil’de buna benzer pek çok ifade vardır.

İlk Hıristiyanların komünizmi, topluluklarındaki tüm zenginliğin ortak olması gerçeğinden de görülebilir. Topluluğa katılmak isteyen kişi, önce dünyevi mallarından vazgeçmeliydi. Resullerin İşleri’nde şunları okuyoruz: “Ve onlar Resullerin öğretisine ve kardeşliğe [“koinonia”, yani komünizm] ve ekmeği bölmeye ve dualara sadık bir şekilde devam ettiler.... Ve tüm inananlar bir aradaydılar, ve her şeyi ortaklaştırdılar; ve kendi mülkiyetlerini ve mallarını sattılar ve onları tüm insanlara her kişinin ihtiyacını karşılayacak şekilde bölüştürdüler.” (İşler, 2:42)

Ve yine: “İnananların cemaati tek yürek ve tek ruhtu: hiçbiri kendisinin olan şeyler için benimdir demiyordu; fakat her şey onlar için müşterekti…. Aralarında yoksul kimse yoktu: zira tarlaları ya da evleri olanlar bunları sattılar ve bedellerini resullerin ayakları önüne koydular, ve herkese ihtiyacına göre bölüşüm yapıldı.” (İşler, 4:32)

Elbette, bu komünizmin saf ve ilkel bir karakteri vardı. Bu, devasa köleci Roma devletine karşı mücadelede hayatlarını feda etmekten çekinmeyen o çok cesur kadın ve erkeklere yönelik bir ayıplama değildir. Fakat gerçek anlamda komünizme (yani sınıfsız bir topluma) ulaşmak o dönemde imkânsızdı, çünkü bunun maddi koşulları yoktu. İlk kez Marx ve Engels komünizme bilimsel bir karakter kazandırdılar. Onlar kitlelerin gerçek kurtuluşunun, üretici güçlerin (sanayi, tarım, bilim ve teknoloji) gelişme düzeyine bağlı olduğunu açıkladılar. Bu, insanların düşünce tarzını ve birbirlerine karşı davranışlarını dönüştürmenin tek yolu olarak, işgününde genel bir indirim ve herkesin kültüre erişimi için gerekli koşulları yaratacaktı.

Hıristiyanlığın ilk dönemlerinde, maddi koşullar böyle bir gelişmeye izin verecek yeterlilikte gelişmemişti ve bu yüzden ilk Hıristiyanların komünizmi ilkel bir düzeyde, tüketim düzeyinde (yiyeceklerin, giyeceklerin vs. paylaşılması) kaldı ve üretim araçlarının ortak sahipliği temelindeki gerçek komünizme ulaşamadı. Toplumun gelişimine ilişkin bilimsel anlayıştan mahrum oldukları için ilk Hıristiyanlar, muazzam devrimci ruhları ve kahramanlıklarına rağmen ideallerini gerçekleştiremezlerdi. Onların komünizminin ütopik bir niteliği vardı ve başarısızlığa mahkûmdu.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder